Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 2012/5462 E. , 2012/5712 K.
“İçtihat Metni”
TARİHİ : 30/11/2010
NUMARASI : 2006/504-2010/608
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, ortak miras bırakanları anneleri L.Ç.’ın maliki olduğu 1828 ada 4 parsel sayılı taşınmazını
muvazaalı olarak bedelsiz ve satış göstererek davalı oğlu A. ile dava dışı oğlu M.’e temlik ettiğini, davalı
ile dava dışı M.’in taşınmazı müteahhide vererek üçer daire aldıklarını, davalının dairelerden ikisini 3.
Kişilere sattığını ileri sürüp 11 no’lu dairenin tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına
tescilini, üçüncü kişilere satılan dairelerin miras payları oranında bedelinin tahsilini istemişler;
yargılama sırasında davalarını ıslah ederek 11 no’lu dairenin de üçüncü kişiye satılması nedeniyle
bedelinin davalıdan tahsilini talep etmişlerdir.
Davalı, satışın gerçek olduğunu bildirip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalının dava konusu taşınmazın ½payını bedelini ödeyerek satın aldığının anlaşıldığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu,
düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal – tescil ve bedelin tahsili davası iken ıslah
ile yalnız bedel isteğine dönüştürülmüş olup mahkemece, kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine
karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; tarafların annesi olan murisin, maliki olduğu 407 ada 19 parsel (
uygulamadan sonra 1828 ada 4 parsel ) sayılı taşınmazı 1/2’şer paylarla dava dışı oğlu M. ile davalı
A.’e 8.1.1981 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği ve temellük edenlerin kat karşılığı inşaat sözleşmesi
ile dava dışı M.’in üç bağımsız bölüm ve davalı A.’in ise 5,8 ve 11 no’lu bağımsız bölümlerin maliki
oldukları; davacıların mirasbırakanın yapmış olduğu temliklerin kendilerinden mal kaçırma amaçlı ve
muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa,niteliği
itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten
sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından
yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda
yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda
açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında
açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış
sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde
öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı
çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve
buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi,
davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının
duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen
gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki
delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem
taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların
olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı,
davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki
fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk
vardır.
Somut olaya gelince, davalı A.’in 1959 doğumlu olup temlik tarihinde 22 yaşında olduğu, düzenli bir
gelirinin bulunmadığı gibi, tanık ifadelerinden muris Lütfiye’nin mali yardımları ile hayatını idame
ettirdiği ve taşınmazdaki payı satın alacak düzeyde ekonomik gücünün bulunmadığı, olaylara dayalı
tanık ifadeleri ve dosya kapsamı ile sabittir.
Öte yandan, davacıların davalıyla pek görüşmedikleri ve davalının annesiyle birlikte yaşadığı
bildirilmiştir.
Anılan bu olgular yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, miras bırakanın alım gücü
bulunmayan ve birlikte yaşadığı erkek evladı olan davalıya yapmış olduğu pay temlikinin mirasçıdan
mal kaçırma amacıyla gerçekleştirildiği kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş
olması doğru değildir.
Davacıların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın
geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan
peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.05.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.